Mevcudiyet var olandır. Objektif gerçeklik, duygularımızdan, hislerimizden,dileklerimizden, umutlarımızdan veya korkularımızdan bağımsız olarak vardır. Objektivizm insanın gerçekliği algılamak ve eylemlerine yol göstermek için tek aracının mantık olduğunu savunur.
Mantık:İnsanın duyularıyla elde ettiği bilgileri tanımlayan ve düzene sokan işlemdir.
Objektivizmin metafizikten aldığı etik temellerine göre:Mantık insanın hayatta kalmak için en temel aracı ise rasyonalite de en yüksek erdemidir.
Aklını kullanmak, gerçekliği algılamak ve ona göre eylemde bulunmak insanın ahlaki zorunluluğudur.
Objektivist etiğin değer standardı:İnsanın insanca vasıflarını muhafaza ederek yaşaması, yani insan hayatı için, ya da diğer bir deyişle rasyonel bir varlığın kendine yakışır şekilde hayatta kalması için gerekli olan neyse odur.
Objektivist etik özünde insanın kendi iyiliği için yaşadığını, kişisel mutluluğunun en yüksek ahlaki amacı olduğunu ve ne kendini başkaları için ne de başkalarını kendisi için feda etmemesi gerektiğini savunur.
Ebedi günah kavramı ahlakı dışlayan bir kavramdır. Eğer insan yaradılış itibarıyla suçlu ise bu konuda tercih hakkı yok demektir. Tercih hakkı yok ise konu ahlakın alanına dahil değildir. Ahlak sadece insanın hür iradesinin hakim olduğu alanda yani onun tercihine açık konularda söz konusu olabilir.
İnsanoğlunu yaradılış itibarıyla suçlu kabul etmek kavramsal bir çelişkidir. İnsan belirli bir eylemi hakkında suçluluk duyabilir. Ancak kendine saygısı olan, yüksek ahlaki değerlere sahip birisi eylemleriyle suçlu olmayı hakketmediğinin bilincindedir. Bu nedenle O, Tamamiyle ahlaka uygun hareket edecek ve bundan dolayı haketmediği bir suçluluk duygusunu asla kabul etmeyecektir.
Sadizm, mazoizm, diktatörlük veya herhangi bir kötülük insanın gerçeklikten kaçmak istemesinin sonucudur. Düşünememesinin sonucu… Amaçsız bir insan: Gelir geçer duyguların ve tanımlayamadığı dürtülerin etkisiyle oradan oraya savrulan ve kendi hayatının kontrolünü tamamen kaybettiği için her türlü kötülüğü yapmaya muktedir biridir. Hayatınızı kontrol etmeniz için bir amacınız olması gerekir. Üretken bir amaç…
“Hitler,Stalin,Saddam ve benzeri bensizlerin”: Hayatlarının gerçek anlamda birer manyak olarak sona erdiğine dikkat ediniz.Bunlar,kendilerine saygı ve sevgisi olmadığı için tüm varoluştan nefret etmişlerdir.
Amacı olmayan fakat bir şeyler yapmak durumunda olan birisi diğerlerine zarar vermek için hareket eder. Bu üretken veya yaratıcı bir amaçla aynı şey değildir.
Bu anlamda merkezi bir amaç:İnsan hayatındaki bütün diğer ilgileri düzene sokar; değerlerinin hiyerarşi ve görece önemlerini saptar, anlamsız iç çelişkilerden uzak tutar, hayattan daha geniş ölçekte keyif almasını ve bu keyfi aklının hakimiyetine açık olan her alana taşımasını sağlar.
Amaçsız birisi ise kaos içinde kaybolur gider. Değerlerinin ne olduğundan habersizdir. Nasıl karar vereceğini bilemez. Kendisi için neyin önemli neyin önemsiz olduğunu saptayamadığı için;rastgele etkilerin ve anlık kaprislerin insafına bırakır kendini. Hiçbir şeyden zevk alamaz. Hiçbir zaman bulamayacağı bir değeri ararken hayatını harcar. Çünkü en başta; neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğini bilemez.
Bu anlamda: Rasyonel davranmak demek gerçeğe uygun davranmak demektir.
Duygular algılamanın aracı olamaz. Ne hissettiğiniz size gerçekler hakkında hiç bir şey anlatmaz; onlar,sadece gerçekler hakkındaki tahminlerinize dair bir izlenimdir. Duygular değer yargılarınızın sonucudurlar. Bilinçli veya bilinçsiz olarak kazandığınız, doğru olabileceği kadar yanlış da olabilecek temel önkabullerinizin sonucudurlar. Kapris ise sebebini bilmediğiniz ve öğrenmeye de zahmet etmediğiniz bir duygudur. Peki “kaprislerle hareket etmek” ne demek oluyor? Bu, insanın bir zombi gibi neyle uğraştığını, ne başarmak istediğini veya onu neyin motive ettiğini bilmeden yaşamasıdır. Bu insanın geçici bir delilik hali içinde yaşaması demektir. Böylesi bir yaşamda, hayattan renkli ve keyifli bir tat alınabilir mi ? Bu durumdan alınabilecek yegane keyfin canilerin kan dökerken aldığı keyfe benzeyeceğini düşünüyorum.
Gerçeği reddederek eylemlerde bulunmak sadece yıkım getirmez mi?
Duygular insanın değerlerle ilgili önkabullerinin otomatik birer tepkisidirler. Sebep değil sonuçturlar. İnsan eğer mantığı ve duyguları arasındaki ilişkiyi doğru kurabiliyorsa bu ikisi arasında mutlaka bir çatışma, ya birini ya öbürünü seçmek zorunda kalacağımız raddede bir çelişki olmak zorunda değildir.
Rasyonel insan, duygularının kaynağını, sahip olduğu hangi önkabullerden kaynaklandıklarını bilir veya keşfetmek için çaba harcar. Eğer önkabulleri yanlış ise düzeltir. Asla güvenemeyeceği ve anlamlarını tam kavrayamadığı duyguların esiri olarak hareket etmez. Bir olayı değerlendirirken tepkilerinin nedenini ve haklı olup olmadığını bilir. İç çelişkilere sahip değildir. aklı ve duyguları yekparedir. bilinci mükemmel bir uyum içindedir. Duyguları düşmanı değil hayattan keyif almasını sağlayan araçlardır. Fakat duyguları rehberi değildir; rehber aklıdır.
Ne var ki bu ilişki tersine çevrilemez. Eğer kişi duygularını sebep;aklını ise duygularının edilgen bir sonucu olarak tasavvur ederse; yani eğer duyguları tarafından kontrol edilir ve aklını duygularını rasyonalize etmek veya meşrulaştırmak için kullanırsa o zaman gayri ahlaki hareket ediyor demektir.
Böylelikle kendini zulme, başarısızlığa, yenilgiye mahkum etmiş olur. Kendinin ve başkalarının mahvolmasından başka hiç bir şey başaramaz.Yani,düşünme eylemi insanın ana tercihidir. Rasyonel insan hiç bir zaman arzuların veya kaprislerin esiri olmaz, rasyonel yargısının doğruluğunu teyid ettiği değerleri ona yol gösterir. Tanıyabileceği tek otorite budur. Bu anarşi değildir. Çünkü insan özgür ve uygar bir toplumda yaşamak isterse mantık icabı o toplumun objektif, rasyonel ve geçerli kanunlarına uymayı tercih edecektir.
Sonuç: Entellektüel bir güç ve ahlaki bir ideal olarak kollektivizm bugün ölüdür.
Fakat özgürlük ve bireycilik henüz keşfedilmedi.
Ölmekte olan günümüz kollektivist felsefesinin bir sefalet, imkansızlıklar ve umutsuzluk kültüründen başka bir şey yaratmamış olması dikkate değerdir. Zamanımızın, insanı başarısızlık, tükenmişlik ve yıkımla lanetlenmiş yardıma muhtaç, çaresiz ve akılsız bir varlık olarak yansıtan sanat ve edebiyat dünyasına bir bakın. Bu sunum bir kollektivistin kendi psikolojisinin itirafı olabilir fakat genel bir insan tasviri kesinlikle olamaz. Eğer çizilen bu tablo gerçeğe uygun olsaydı mağaralarımızdan asla çıkamazdık. Fakat bugünlere gelmeyi başardık. Etrafınızı ve tarihi gözlemleyin. İnsanoğlunun başarılarını göreceksiniz. İnsanlığın gelişmek için sınırsız bir kabiliyete sahip olduğunu ve bu kabiliyeti mümkün kılan işlevi fark edeceksiniz. O zaman insanın yaradılış itibariyle çaresiz bir mahlukat olmadığını, ancak aklını, o yüce işlevi kullanmayı ihmal ettiğinde o hale düştüğünü anlayacaksınız.
Saçmalıklardan uzak okumaya değer başka yazılar için,
http://www.aynrand.org
"KRAL ÇIPLAK"
20 Mayıs 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder