20 Mayıs 2008 Salı

Grafikler


Grafikler

Grafikler




Mayıs 2007

KRAL ÇIPLAK Aktivistleri Mao'nun Sarı yıldızını yakarken.

Eylem esnasında atılan slogalar:
KRAL ÇIPLAK!
ZULME İNAT YAŞASIN HAYAT!
KOMÜNİZM İNSANLIK SUÇUDUR!

Grafikler

8 MAYIS 2008

Tibet'i unutmayanlar Nepal'de bir polis kamyonetini ele geçirerek Komünizm karşıtı sloganlar attılar.

"THE KING IS NAKED!" diye bağırıyorlardı.



KOMÜNİZM İNSANLIK SUÇUDUR!

Grafikler


Çin zulmünden habersiz olanınız var mı?
KOMÜNİZM İNSANLIK SUÇUDUR!
BEKLİYORSAN BU SUÇA ORTAKSIN!

Grafikler

KASIM 2006

Macaristanda hükümet karşıtları Sovyet Yapımı T-34 tankının kontrolünü ele geçirdiler.

"KRAL ÇIPLAK" diye bağırıyorlardı!




KOMÜNİZM İNSANLIK SUÇUDUR!

Grafikler


Grafikler


Grafikler


Grafikler














Fert Hakları ve Kolektivizm

Fert haklarının ezeli düşmanı kollektivizmdir.

İnsanlar arası gönüllü işbirliğinden farklı olarak kollektivizm, birey haklarını çok sayan, bireyin hayatını ve emeğinin sonuçlarını vücutsuz bir mistik bütünlüğe (kollektif) ait sayan, gurubun bireyi her an feda edebileceğini kabul eden bir doktrindir.

Bu mistik bütünlük, dün "Din, Ümmet, Gaza, Cihat, Müminler" idi; bugün "Devlet, Millet, Sınıf Mücadelesi, Devrim, Sınıf, Toplum" oldu.

Kollektivizmde, kollektif bütünlüğe verilen ad ne kadar sempatik görünürse görünsün ("Toplum" gibi), daima o kollektif adına iş gören bir gurup azınlık, çoğunluk üzerinde tahakküm kurar.

Böyle bir doktrinin hayata geçirilebilmesinin tek yolu, kaba kuvvettir.

Bu doktrinin politik uygulaması daima Devletçilik yoluyla olmuştur. Devrim "yeni" demektir; oysa her türlü kollektivizmde yeni olan -kollektif ünitenin adından başka- hiç bir şey yoktur.

Kollektivizmi savunan her türlü hareket onun için gericidir.

Fransız ve Sovyet İhtilallerinde egemenlik kazanan kollektivist eğilim, onların başarısızlığının temel sebebidir. Fransız İhtilali ardından önce Napoleon despotu, arkadan Bourbon hanedanının kendisi geri geldi.

1917 Şubat Sovyet Devrimiyle yıkılan Romanov'lar, Rusya'ya geri dönemedi. Ne var ki Sovyet İhtilalinin 1917 Ekim Bolşevik Darbesiyle birlikte yozlaşması, Romanov tahakkümü yerine muhaliflerine karşı Romanov despotlarından daha acımasız olan Bolşevik azınlığın tahakkümünü getirdi (Bolşevikler 1917 Ekiminden sonraki ilk seçimde, öteki devrimci partilerin yüzde 75 oyuna karşılık ancak yüzde 25 oy alabilmişti). Bolşevik yönetimiyle birlikte; Sovyet halkı, eskiden hiç değilse Dostoyevski'lerin, Gogol'leri, Puşkin'leri, Turgenev'leri çıkmasını mümkün kılacak ölçüde var olan, yüzlerce değişik görüşlü politik gurubun çıkmasına imkan verecek ölçüde varolan sınırlı hürriyetlere de veda etti.

Bu iki ihtilaldeki kollektivist eğilim, onların ‘Devrimci Devlet’ kurma çabalarında kristalleşir. ‘Devrimci Devlet’ terimlerde çelişkidir. Devletin doğal eğilimi, bütün sosyal faaliyetleri merkezileştirmek, daraltmak, tekelleştirmektir; Devrim ise, tersine, onları yayan, genişleten bir süreçtir. Yani, Devlet kuramsal ve statiktir; Devrim canlıdır, dinamiktir. Bu iki eğilim uyuşmaz, birbirini tahrip eder.

Çarlık polisi Okhrana'nın adını Çeka (veya GPU veya KGB) diye değiştirmek, halk üzerinde yaratığı terör açısından bir şey farkettirmek şöyle dursun, Okhrana'nın yerini alanlar, ondan farklı olarak -Lenin zamanında bile- devrimcilerin ailelerini de hapse atmak türünden daha zalimce bir çok yeni usul geliştirmişti.

Devrim bütün sanayi ve ticaretin, kültürel faaliyetlerin Devlet elinde toplandığı, dolayısıyla bir grup bürokrat diktatörün eline verildiği bir politik sistemin (otoriter sosyalizm) insanların başına musallat edildiği bir hadise değil, insani her işin fertler veya onların gönüllü mukaveleli birlikleri tarafından görüldüğü; siyasi yönetimin görevlerinin, sadece fertleri fiziki cebre karşı korumakla sınırlı olduğu bir politik sisteme doğru yapılmış bir hamledir.Jefferson'un dediği gibi "en iyi hükümet, en az hükmedendir."

KOMÜNİZM İNSANLIK SUÇUDUR

"KRAL ÇIPLAK"

Marksist Devrimler

Yirminci yüzyıl Marksist 'Devrim'ler çağı oldu. Dört kıtada Marksist devletler kuruldu.Bir 'mit'le (kapitalizmin gericiliği, kollektivist sosyalizmin ilericiliği) mücehhez bir grup ihtilalci, savaş, yabancı işgali gibi konjonktürel sosyal hareketliliklerin müsait ortamında, şiddet yoluyla iktidarı ele geçirip, her türlü muhalefeti ölümcül bir biçimde tasfiye edip, kültürel ve ekonomik her faaliyeti kapsayacak ölçüde merkezi devletler kurdular.Bu tip devleti mümkün kılan teorik mühimmat Marksizm tarafından sağlanmıştı.

Mesela,Komünist Manifesto'nun (1848) asgari programından bazı maddeler okuyalım:

  • Kredi mekanizmasının, Devlet sermayesi ve tekeliyle kurulmuş bir milli banka yoluyla Devlet elinde merkezileştirilmesi.
  • Haberleşme ve ulaşım araçlarının Devlet elinde merkezileştirilmesi.
  • Devletin sahip olduğu fabrika ve üretim araçlarının yayılması...

"Devrim" kavramını, felaket anlamında değil de radikal ve olumlu bir değişiklik anlamında kullanıyorsak, bu marksist 'Devrim'ler sonucu ortaya çıkan yapıları hangi ayık insan beğenebilir?

İç savaşları bittikten yıllar sonra, Stalin’in tam diktatör olduğu dönemde (1930 ile 1953 arası ), savaşta ölenler hariç 15 milyon insanı zoraki çalışma kamplarında, açlık ve hastalık içinde telef edip, ‘Devrim’i yapan kadronun hemen hepsi aralarında olmak üzere en az bir milyon (100 milyona kadar çıkabilen rakamlardan bahsedilir) siyasi suçlardan dolayı idam ettikten sonra vardıkları bugünde; insanlarının sahip olduğu hürriyetleri herhangi bir antik despotizm altında olduğundan farksız olan bir sosyal sisteme (SSCB) yol açan bir sürece neden devrim diyelim?

Ülke nüfusunun üçte birini (iki milyon şehirli insan) "kapitalizmin yozluğuna bulaştı" diye hunharca katleden vahşete (Kamboç `Devrimi') neden devrim diyelim?

Adeta "Büyük Birader"in kitap sayfalarından hayata sıçraması halinde olan, oğlunu tahtına veliaht tayin ederek ilk komünist hanedanı kuran diktatörün yaptıklarına (Kuzey Kore Devrimi) neden devrim diyelim?

Örnekleri mevcut Sosyalist ‘Devrim'lerin sayısı kadar uzatabiliriz.

Oku

Mevcudiyet var olandır. Objektif gerçeklik, duygularımızdan, hislerimizden,dileklerimizden, umutlarımızdan veya korkularımızdan bağımsız olarak vardır. Objektivizm insanın gerçekliği algılamak ve eylemlerine yol göstermek için tek aracının mantık olduğunu savunur.

Mantık:İnsanın duyularıyla elde ettiği bilgileri tanımlayan ve düzene sokan işlemdir.

Objektivizmin metafizikten aldığı etik temellerine göre:Mantık insanın hayatta kalmak için en temel aracı ise rasyonalite de en yüksek erdemidir.

Aklını kullanmak, gerçekliği algılamak ve ona göre eylemde bulunmak insanın ahlaki zorunluluğudur.

Objektivist etiğin değer standardı:İnsanın insanca vasıflarını muhafaza ederek yaşaması, yani insan hayatı için, ya da diğer bir deyişle rasyonel bir varlığın kendine yakışır şekilde hayatta kalması için gerekli olan neyse odur.

Objektivist etik özünde insanın kendi iyiliği için yaşadığını, kişisel mutluluğunun en yüksek ahlaki amacı olduğunu ve ne kendini başkaları için ne de başkalarını kendisi için feda etmemesi gerektiğini savunur.

Ebedi günah kavramı ahlakı dışlayan bir kavramdır. Eğer insan yaradılış itibarıyla suçlu ise bu konuda tercih hakkı yok demektir. Tercih hakkı yok ise konu ahlakın alanına dahil değildir. Ahlak sadece insanın hür iradesinin hakim olduğu alanda yani onun tercihine açık konularda söz konusu olabilir.

İnsanoğlunu yaradılış itibarıyla suçlu kabul etmek kavramsal bir çelişkidir. İnsan belirli bir eylemi hakkında suçluluk duyabilir. Ancak kendine saygısı olan, yüksek ahlaki değerlere sahip birisi eylemleriyle suçlu olmayı hakketmediğinin bilincindedir. Bu nedenle O, Tamamiyle ahlaka uygun hareket edecek ve bundan dolayı haketmediği bir suçluluk duygusunu asla kabul etmeyecektir.

Sadizm, mazoizm, diktatörlük veya herhangi bir kötülük insanın gerçeklikten kaçmak istemesinin sonucudur. Düşünememesinin sonucu… Amaçsız bir insan: Gelir geçer duyguların ve tanımlayamadığı dürtülerin etkisiyle oradan oraya savrulan ve kendi hayatının kontrolünü tamamen kaybettiği için her türlü kötülüğü yapmaya muktedir biridir. Hayatınızı kontrol etmeniz için bir amacınız olması gerekir. Üretken bir amaç…

“Hitler,Stalin,Saddam ve benzeri bensizlerin”: Hayatlarının gerçek anlamda birer manyak olarak sona erdiğine dikkat ediniz.Bunlar,kendilerine saygı ve sevgisi olmadığı için tüm varoluştan nefret etmişlerdir.

Amacı olmayan fakat bir şeyler yapmak durumunda olan birisi diğerlerine zarar vermek için hareket eder. Bu üretken veya yaratıcı bir amaçla aynı şey değildir.

Bu anlamda merkezi bir amaç:İnsan hayatındaki bütün diğer ilgileri düzene sokar; değerlerinin hiyerarşi ve görece önemlerini saptar, anlamsız iç çelişkilerden uzak tutar, hayattan daha geniş ölçekte keyif almasını ve bu keyfi aklının hakimiyetine açık olan her alana taşımasını sağlar.

Amaçsız birisi ise kaos içinde kaybolur gider. Değerlerinin ne olduğundan habersizdir. Nasıl karar vereceğini bilemez. Kendisi için neyin önemli neyin önemsiz olduğunu saptayamadığı için;rastgele etkilerin ve anlık kaprislerin insafına bırakır kendini. Hiçbir şeyden zevk alamaz. Hiçbir zaman bulamayacağı bir değeri ararken hayatını harcar. Çünkü en başta; neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğini bilemez.

Bu anlamda: Rasyonel davranmak demek gerçeğe uygun davranmak demektir.

Duygular algılamanın aracı olamaz. Ne hissettiğiniz size gerçekler hakkında hiç bir şey anlatmaz; onlar,sadece gerçekler hakkındaki tahminlerinize dair bir izlenimdir. Duygular değer yargılarınızın sonucudurlar. Bilinçli veya bilinçsiz olarak kazandığınız, doğru olabileceği kadar yanlış da olabilecek temel önkabullerinizin sonucudurlar. Kapris ise sebebini bilmediğiniz ve öğrenmeye de zahmet etmediğiniz bir duygudur. Peki “kaprislerle hareket etmek” ne demek oluyor? Bu, insanın bir zombi gibi neyle uğraştığını, ne başarmak istediğini veya onu neyin motive ettiğini bilmeden yaşamasıdır. Bu insanın geçici bir delilik hali içinde yaşaması demektir. Böylesi bir yaşamda, hayattan renkli ve keyifli bir tat alınabilir mi ? Bu durumdan alınabilecek yegane keyfin canilerin kan dökerken aldığı keyfe benzeyeceğini düşünüyorum.

Gerçeği reddederek eylemlerde bulunmak sadece yıkım getirmez mi?

Duygular insanın değerlerle ilgili önkabullerinin otomatik birer tepkisidirler. Sebep değil sonuçturlar. İnsan eğer mantığı ve duyguları arasındaki ilişkiyi doğru kurabiliyorsa bu ikisi arasında mutlaka bir çatışma, ya birini ya öbürünü seçmek zorunda kalacağımız raddede bir çelişki olmak zorunda değildir.

Rasyonel insan, duygularının kaynağını, sahip olduğu hangi önkabullerden kaynaklandıklarını bilir veya keşfetmek için çaba harcar. Eğer önkabulleri yanlış ise düzeltir. Asla güvenemeyeceği ve anlamlarını tam kavrayamadığı duyguların esiri olarak hareket etmez. Bir olayı değerlendirirken tepkilerinin nedenini ve haklı olup olmadığını bilir. İç çelişkilere sahip değildir. aklı ve duyguları yekparedir. bilinci mükemmel bir uyum içindedir. Duyguları düşmanı değil hayattan keyif almasını sağlayan araçlardır. Fakat duyguları rehberi değildir; rehber aklıdır.

Ne var ki bu ilişki tersine çevrilemez. Eğer kişi duygularını sebep;aklını ise duygularının edilgen bir sonucu olarak tasavvur ederse; yani eğer duyguları tarafından kontrol edilir ve aklını duygularını rasyonalize etmek veya meşrulaştırmak için kullanırsa o zaman gayri ahlaki hareket ediyor demektir.

Böylelikle kendini zulme, başarısızlığa, yenilgiye mahkum etmiş olur. Kendinin ve başkalarının mahvolmasından başka hiç bir şey başaramaz.Yani,düşünme eylemi insanın ana tercihidir. Rasyonel insan hiç bir zaman arzuların veya kaprislerin esiri olmaz, rasyonel yargısının doğruluğunu teyid ettiği değerleri ona yol gösterir. Tanıyabileceği tek otorite budur. Bu anarşi değildir. Çünkü insan özgür ve uygar bir toplumda yaşamak isterse mantık icabı o toplumun objektif, rasyonel ve geçerli kanunlarına uymayı tercih edecektir.

Sonuç: Entellektüel bir güç ve ahlaki bir ideal olarak kollektivizm bugün ölüdür.

Fakat özgürlük ve bireycilik henüz keşfedilmedi.

Ölmekte olan günümüz kollektivist felsefesinin bir sefalet, imkansızlıklar ve umutsuzluk kültüründen başka bir şey yaratmamış olması dikkate değerdir. Zamanımızın, insanı başarısızlık, tükenmişlik ve yıkımla lanetlenmiş yardıma muhtaç, çaresiz ve akılsız bir varlık olarak yansıtan sanat ve edebiyat dünyasına bir bakın. Bu sunum bir kollektivistin kendi psikolojisinin itirafı olabilir fakat genel bir insan tasviri kesinlikle olamaz. Eğer çizilen bu tablo gerçeğe uygun olsaydı mağaralarımızdan asla çıkamazdık. Fakat bugünlere gelmeyi başardık. Etrafınızı ve tarihi gözlemleyin. İnsanoğlunun başarılarını göreceksiniz. İnsanlığın gelişmek için sınırsız bir kabiliyete sahip olduğunu ve bu kabiliyeti mümkün kılan işlevi fark edeceksiniz. O zaman insanın yaradılış itibariyle çaresiz bir mahlukat olmadığını, ancak aklını, o yüce işlevi kullanmayı ihmal ettiğinde o hale düştüğünü anlayacaksınız.

Saçmalıklardan uzak okumaya değer başka yazılar için,
http://www.aynrand.org

"KRAL ÇIPLAK"

Grafikler


Grafikler


Grafikler


Grafikler


Komunizm İnsanlık Suçudur

Komünizm, komünistlik veya toplumculuk, sosyal örgütlenme üzerine bir kuramsal sistem ve "üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayalı" bir politik hareket olarak tanımlanır. Teorik amacı sınıfsız bir toplum yaratmaktır. İşçilerin oluşturacağı bir diktatörlük mekanizması sınıfsız toplum yolunda bir basamak olarak görülür.

Ancak tüm bu eşitlik, barış, kardeşlik söylemlerinin ardında muazzam bir öfke ve nefret barındırmaktadır. Bu şimdiye gösterilen tüm pratiklerde ayan beyan ortada olmasına rağmen, açık biçimde dile getirilmemiştir.

Bizler bütün bu barış, eşitlik, kardeşlik masallarının ardında gizlenen gerçeği, komünizmin insanlığa "kin, kan, gözyaşı, nefret ve savaş"tan başka birşey getirmediğinin ve asla getirmesinin asla mümkün olmadığının farkında olanlar olarak "KRAL ÇIPLAK" adı altında bir oluşum başlatıyoruz.

Ve tüm gücümüzle haykırıyoruz,

Çin'de, Sovyetler'de, Küba'da, Filipinler'de, Afganistan'da, tüm pratikleri ile ortaya koyulduğu üzere,

en az 50 milyon insanın ölümüne sebep olan,

KOMÜNİZM İNSANLIK SUÇUDUR!

"KRAL ÇIPLAK"